İdeoloji mi Estetik mi? Althusser ve Gramsci ile Sanatın Siyaseti
- Melis Özyurt

- 2 Eyl
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Eyl
Siyaset ve sanatın kesişim noktası, sanatın toplumsal ilişkilerin ve iktidar mücadelelerinin sahnesi olmasıdır. Peki, sanatın siyasetteki yeri nedir?
Estetik bir özerklik mi, yoksa ideolojik bir aygıt olarak işlev mi? Bu soruya yanıt ararken, 20. yüzyılın iki önemli düşünürü olan Louis Althusser ve Antonio Gramsci’ye kulak vermek aydınlatıcı olacaktır.

Althusser: Sanat Bir İdeolojik Aygıt mı?
Fransız Marksist filozof Louis Althusser, 1970 tarihli İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları adlı makalesinde sanat ve kültürü devletin ideolojik aygıtları arasında sayar. Ona göre okul, aile, din, medya ve elbette sanat, egemen üretim ilişkilerini yeniden üretmek için işlev görür.
Althusser açısından sanatın önemi, onun “masum” bir estetik etkinlik olmamasıdır. Bir roman, tiyatro oyunu ya da film, farkında olmadan mevcut toplumsal düzenin değerlerini içselleştirmemize aracılık edebilir. Yani sanat, çoğu zaman “eleştirel” görünse bile, ideolojinin yeniden üretiminde görev alır.
Gramsci: Hegemonya ve Kültürel Mücadele
İtalyan düşünür Antonio Gramsci ise meseleyi daha farklı bir kavramla ele alır: hegemonya. Hapishane Defterleri’nde vurguladığı üzere, iktidar yalnızca baskı yoluyla değil, rıza üreterek de kurulur. İşte bu noktada sanat, egemen sınıfın hegemonyasını pekiştiren ama aynı zamanda onu sarsabilecek bir alan olarak karşımıza çıkar.
Gramsci’ye göre sanatçılar, “organik entelektüeller” olarak toplumsal bilinç inşasında kritik rol oynarlar. Bir şiir, film ya da şarkı; mevcut iktidarı meşrulaştırabileceği gibi, alternatif bir toplumsal tahayyül de sunabilir. Bu açıdan bakıldığında, sanat sadece ideolojiyi yeniden üretmez; aynı zamanda karşı-hegemonya kurma potansiyeli de taşır.
Estetik mi, Siyaset mi?
Bugün sanat dünyasına baktığımızda, her iki yaklaşımın da geçerliliğini koruduğunu görebiliriz.Beyaz perdeden Bienal sergilerine kadar geniş bir yelpazede, sanat hem sistemin değerlerini yeniden üreten bir araçtır hem de direnişin estetik zemini olabilir.
Örneğin, kapitalizmin tüketim kültürünü parodileştiren çağdaş sanat işleri, Gramsci’nin tarif ettiği “karşı-hegemonik” potansiyeli gösterirken; popüler kültürün büyük kısmı Althusser’in öngördüğü şekilde mevcut düzenin ideolojisini yeniden üretmektedir.
Althusser bize sanatın ideolojik işlevini hatırlatırken, Gramsci onun özgürleştirici potansiyeline işaret eder. Belki de asıl soru “ideoloji mi estetik mi?” değil, sanatın hangi koşullarda ideolojik aygıt, hangi koşullarda karşı-hegemonik bir araç olduğudur.
Sanat, iktidarın gölgesinde de doğar, ona karşı da…
Ve tam da bu ikili işlevi sayesinde siyasetin en incelikli sahnelerinden biri olmaya devam eder.
Melis Özyurt




Yorumlar