Kadınlar ve Biyoteknoloji Etiği: Üreme Sağlığı, Genetik ve Bedenin Ticarileşmesi
- Ezgi Ülkü Aykut
- 29 Eyl
- 3 dakikada okunur
Bilimsel ilerlemeler insanlığın geleceğini yeniden şekillendiriyor. Biyoteknoloji, özellikle üreme sağlığı ve genetik alanında kadınların yaşamlarını doğrudan etkileyen devrimsel değişikliklere yol açmaktadır. Yapay rahim teknolojileri, yumurta dondurma, taşıyıcı annelik, genetik testler ve DNA bankaları gibi gelişmeler, bir yandan kadınlara yeni seçenekler sunarken öte yandan etik ve toplumsal tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

Kadın bedeninin yalnızca biyolojik değil, ekonomik ve politik bir alan olarak yeniden tanımlanması, bu tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Avrupa’da biyoteknoloji ve kadın hakları bağlamında yapılan düzenlemeler, bu tartışmaları küresel ölçekte ön plana çıkarmaktadır.
Bedenin Ticarileşmesi ve Üreme Teknolojileri
Biyoteknolojinin kadın bedeninde en görünür etkisi, üreme süreçlerinde ortaya çıkmaktadır. Yumurta bağışı, taşıyıcı annelik ve tüp bebek uygulamaları, kadınların bedenlerini yalnızca biyolojik değil aynı zamanda ekonomik bir kaynağa dönüştürmüştür.
Bu durum, “biyoveri sömürüsü” ya da “biyolojik emek piyasası” gibi kavramların doğmasına yol açmıştır. Avrupa’da bazı ülkeler taşıyıcı anneliği yasaklarken, bazıları sınırlı yasal çerçevelerle izin vermektedir. Bu farklılık, kadınların üreme hakları konusunda sınırlar arası etik tartışmalar yaratmaktadır.
Yapay rahim teknolojileri (artificial womb) ise kadınların üreme rolünü kökten dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu teknoloji bir yandan kadınların hamilelik sürecinde yaşadığı fiziksel ve psikolojik yükleri azaltabilecekken, öte yandan kadın bedenini üreme sürecinden tamamen dışlama riski taşımaktadır. Bu da feminist hareket içinde “özgürleştirici bir fırsat mı, yoksa kadınların görünmezleşmesi mi?” tartışmasını doğurmaktadır.
Genetik Veriler ve Kadın Sağlığı
Genetik araştırmalar, kadın sağlığı konusunda çığır açıcı bilgiler sunmaktadır. Meme kanseri genetiği (BRCA1 ve BRCA2 mutasyonları), doğurganlık testleri, genetik taramalar, kadınlara erken tanı ve önleyici tedavi imkânı vermektedir. Ancak bu süreç aynı zamanda genetik verilerin ticarileşmesini beraberinde getirmiştir. Kadınlardan toplanan yumurta, embriyo veya DNA örneklerinin ticari laboratuvarlarda saklanması, “genetik bilginin kime ait olduğu” sorusunu gündeme taşımaktadır.
Avrupa’da GDPR (Genel Veri Koruma Tüzüğü), genetik bilgiyi “özel nitelikli veri” olarak tanımlamış ve sıkı koruma altına almıştır. Bu düzenleme, kadınların genetik bilgilerinin şirketler tarafından izinsiz kullanılması riskine karşı önemli bir güvence oluşturmaktadır. Ancak biyoteknoloji şirketlerinin artan yatırımları, veri güvenliği ile ticarileşme arasındaki sınırın hâlâ muğlak olduğunu göstermektedir.
Avrupa Uygulamaları
Avrupa, biyoteknoloji etiği alanında dünya genelinde en katı yasal çerçevelerden birine sahiptir. Örneğin Fransa ve Almanya’da taşıyıcı annelik yasaklanmıştır; Hollanda’da ise sıkı denetim altında belirli koşullarla uygulanabilmektedir. İngiltere, üreme teknolojileri için bağımsız bir düzenleyici kurum olan Human Fertilisation and Embryology Authority (HFEA) aracılığıyla uygulamaları izlemektedir.
Genetik araştırmalarda ise Horizon Europe çerçevesinde finanse edilen projelerde toplumsal cinsiyet eşitliği koşulu getirilmektedir. Kadınların araştırmalara katılımı ve kadın sağlığı odaklı biyoteknoloji çalışmalarının teşviki, Avrupa Birliği’nin stratejik öncelikleri arasında yer almaktadır. Ayrıca Avrupa Konseyi’nin Oviedo Sözleşmesi, biyotıp uygulamalarında insan onurunu ve beden bütünlüğünü korumayı amaçlamaktadır.
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi
Biyoteknolojinin sunduğu fırsatlar ve riskler, toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinden değerlendirildiğinde daha görünür hale gelmektedir. Kadınların bedenleri üzerinden üretilen biyolojik materyallerin ticari değer kazanması, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirebilir. Yüksek gelirli kadınlar teknolojilere erişebilirken, düşük gelirli kadınlar bedenlerini “biyolojik emek” piyasasında satmaya zorlanabilir.
Bu noktada, biyoteknoloji politikalarının kadınların haklarını merkeze alacak şekilde tasarlanması önemlidir.
Kadınların yalnızca biyolojik kaynak olarak değil, karar verici aktörler olarak sürece dahil edilmesi, etik tartışmaların adil bir şekilde yürütülmesini sağlar. Avrupa’daki uygulamalar Türkiye gibi ülkeler için yol gösterici olabilir; özellikle veri koruma, üreme teknolojileri ve genetik araştırmalarda kadın haklarını güvence altına alan yasal düzenlemeler örnek alınabilir.
Biyoteknoloji, insanlığın geleceğini şekillendirirken kadınların yaşamlarını en derinden dönüştüren alanlardan biridir. Üreme sağlığı, yapay rahim teknolojileri, taşıyıcı annelik ve genetik veri toplama süreçleri, kadınların hem özgürleşme hem de sömürü riski taşıyan yeni bir döneme girmesine yol açmaktadır. Avrupa deneyimleri, etik sınırların net çizilmediği durumlarda kadın bedeninin ticarileşebileceğini, ancak güçlü yasal düzenlemeler ve toplumsal cinsiyet odaklı politikalarla bu risklerin azaltılabileceğini göstermektedir. Türkiye açısından da, kadınların biyoteknoloji çağında haklarını koruyacak düzenlemelerin yapılması, yalnızca kadın sağlığı değil, toplumsal eşitlik açısından da stratejik bir zorunluluktur.
Ezgi Ülkü Aykut
Kaynakça
• European Commission (2022). Horizon Europe Work Programme: Health Cluster. Brussels.
• Human Fertilisation and Embryology Authority (HFEA) (2023). Annual Report and Accounts. London.
• Council of Europe (1997). Convention on Human Rights and Biomedicine (Oviedo Convention). Strasbourg.
• European Parliament (2021). Report on Artificial Intelligence in Healthcare and Life Sciences. Brussels.
• UNESCO (2021). Bioethics and Human Rights: Women and Reproductive Technologies. Paris.
• GDPR (2018). General Data Protection Regulation (Regulation (EU) 2016/679).




Yorumlar